18 Eylül 2014 Perşembe

Gün 2


Hayır. Ayın aydınlattığı bir gecede, bir uçurumun kenarında değilim ve saçlarım rüzgarda savrulmuyor. Bir deniz kenarında da değilim ve ayaklarımı dalgalar okşamıyor. Nerede olduğumu tam olarak kestiremiyorum. Olmayanı ve olmadığın şeyi  tarif etmek daha kolay demek ki. Belki? O kıvrımları net, kendinden emin resimlerine dâhil olamıyorum bir türlü.

Böylesi bir ışığı tarif ettiklerini duymadım hiç. Buğulu bir renk aydınlatıyor fısıltılar eşliğinde etrafımı. Dans mı ediyorlar? Ellerime takılıyor gözlerim. Neden ellerim diye düşünüyorum. Ve neden hep takılıyor gözlerim? Bütünü bilmek istemezmiş gibi her çeyrekte takılıyorlar.

Eskidiler. Tarlada, atölyede çalışmamış eller nasıl eskir ki?
Aynaları örten danteller çiziyor hızla gözlerim. Gömdükleri danteller dökülüyor ayak izlerimden. Zift gibi siyah danteller fışkırıyor dudaklarımın arasından. Ve sesleri yankılanıyor koridorlarda.
Bir koridordayım şimdi. Yürüyorum, açık kapılardan bakıyorum içeri. Bir türlü tesadüfen karşılaşamadığım bütün kadınlar... Gülümsüyorlar. Tarihi didik didik edip de anca kavuştuğum bütün kadınlar.
Ayak bastığım ama unuttuğum bir yerdeymişim gibi önce: Duymadığım ama bildiğim sözcükler. Bir odadan içeriye giriyorum, balkona doğru ilerliyorum. Tesadüf mü seçimim? Sağ elim cebimde duran sigara paketine çarpıyor. Başımı biraz eğip paketi çıkarıyorum cebimden. Bir heyecan dalgası sarsıyor ansızın bedenimi: Sırtıma dokunan bir ses

"Medusa!
  Medusa!
   Medusa!"

Benim olmayan ayinler ve dualar doluşuyor zihnime. Yok olup giden parçalarım düşüyor aklıma. Geç kalmışlığıma üzülmeye yeltenmeyeceğim. Her birini göğsüme bastırıyorum: Medusa bir, Medusa iki, Medusa üç.

Gözlerim değil ruhumun aynası. Belki de ondandır havada asılı duruşları. Sesim, sesim ve de ellerim. Gözler donuk bakmayı öğreniyorlar zamanla. Ait olmadığı her şey ile arasına mesafe koyan gözler değil ruhun aynası... Ve bir ırmakmışsın gibi duyuyorum seni. Ve göğü delen bir şimşekmişsin gibi içime işliyor sözlerin. Unutmayacağım.

Hayır. Dört nala koşan bir atın üstünde değilim. Beyaz bir elbise de yok üzerimde. Kırgın ve siyah-beyaz bir odadayım şimdi. Huzurumun çalınacağı anı seyrediyorum camdan. Nemli bir sıcak yükseliyor dirseklerimi dayadığım kalorifer peteklerinden. Basamak basamak yaklaşıyor hayaletin; zaman, geç artık! Beklemeyi bir daha asla sevemedim.

Ellerimden tutuyor bir kadın ve gözlerimi kapatıyorum bunca yıldan sonra ilk kez. Bunca yıldır ilk kez... Koridora dönüyoruz ve onlar nasıl sessiz adımlar öyle. Büyük bir masaya oturtuyor kadın beni. Sırayla oturanlara bakıyorum. Kiminin boynuna sözcükler dizilmiş, bileklerine. Kiminin bedenlerini resimler süslüyor. Konuşuyoruz, konuşuyoruz. Zaman, bekle!

Anahtarın sesi geliyor kapıdan. Cama sırtımı dönüyorum. Koca bir sessizlik çöküyor evin her köşesine. Birkaç tane kitap alıyorum elime. İlk sayfayı açıyorum. Bardak kırılıyor. Beşinci sayfadayım, sesini duyuyorum. Yedinci sayfa, yerden topladıkların ne? Işığı söndürüyorum, yorganın altına giriyorum, gözlerim açık. İçimde bir deprem ve bir türlü dinmiyor.

Ayağa kalkarken masaya tutunuyorum, sandalye yavaşça geriye kayıyor. Deniz fenerinin ışığı yanıyor artık, akşam olmak üzere. Bir bavul tutuşturuyorlar elime, yaprakları yere değen ağaçların arasından geçiyoruz. Ne zaman yalnız yürümeye başladım emin değilim... Dönüp arkama bakıyorum bir kez daha, renk renk duruyorlar geride ve elleri havada, yüzlerinde tebessüm. Buraya aidim; burada doğdum ve buraya döneceğim. Ve ne çok severim sonu üç noktayla biten, hediyeymişçesine natamam bırakılan, sonu artık kimseye ait olmayan ve herkese ait olan, davetkâr, mütevazı ve cesur cümleleri.


Gözlerim değil beni anlatan. Baktıklarında ceset gördükleri, üzerlerine mezarlar çizdikleri her yer yeşeriyor. Çocuklar büyüyor üzerlerinde ve gün yeni-den doğuyor, ışık bir başka aydınlatıyor yüzümü. Ellerim bir başka dokunuyor yüzüme. Ve susamıyorum artık: Medusa 3, Medusa 2, Medusa ben. Bir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder