Illustrated Man
Bilim Kurguya Sonsuz Saygılar
Yazının başından bir
itirafta bulunmak isterim; geçen Haziran ayında hayatını kaybeden Ray Bradbury üzerine
yazılmış gecikmeli bir yazı bu. Salt
biyografik bir yazının yeterli olmayacağını düşünürken, Ağustos ayında İthaki Yayınlarından
çıkan Resimli Adam kitabi bu sorunu nihayete erdirmiş oldu. Uğursuz Bir Şey
Geliyor Bu Yana, Mars Yıllıkları ve Fahrenheit 451 gibi öykü ve romanlarından
da tanıdığımız Ray Bradbury, kimilerine göre geleceği öngörebilen, kimilerine
göre insan doğasını bilimkurgu ve korku unsurlarını kullanarak yalın bir dille
gözler önüne serebilen bir sihirbazdı. Teknolojik gelişmelerin iyiden iyiye
ivme kazandığı yirminci yüzyılda doğmuş ve bu gelişmelerin sonucu olan değişime,
Amerikan topraklarında tanıklık etmişti. Teknolojinin neredeyse savaşla özdeşleştiği
bu yüzyıl, önce Birinci Dünya Savaşı, ardından İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş
ve bunların yani sıra küresel bir ekonomik kriz ile ilk yarısını geride bırakmıştı.
İnsanlığın teknoloji ile imtihanı niteliğindeki bu dönem, önceki yüzyıl
bilimkurgu edebiyatına hakim olan keşfedilmemişin heyecan ve yer yer korku uyandıran
gizemini, daha gerçekçi bir düzleme taşımıştı kuşkusuz. Artık keşif sadece uzak
dünyaların ve canlıların keşfi değil, endüstrileşme
ve teknolojik gelişmelerin yaratıcısı ve de kurbanı rolündeki insanoğlunun
değişen iç dünyasının keşfi anlamına da geliyordu. Bradbury’nin hikâye ve romanlarında
da okurun sıkça karşılaştığı bu temalar, toplam on sekiz öyküden oluşan Resimli Adam’da
olabildiğine akıcı bir dille ve tam da kitabın adinin ima ettiği gibi
resimlerle bir film şeridini anımsatırcasına çıkıyor karşımıza.
Kitap, sahne perdesi
misali sıkı sıkıya ‘iliklenmiş’ gömleğinin ardında neler gizlediğini bilemediğimiz
Resimli Adamın kısa hikâyesiyle başlıyor. Bir adam hayal edin; bütün vücudu -popüler
kültür sağ olsun- şimdi hepimizin aşina olduğu aynı bir ‘yakuza’ vücudu misali, tepeden tırnağa
dövmeyle kaplı. Bradbury’nin bu dövmelere neden resim demeyi seçtiğini ise çok
geçmeden, yüzümüze yayılan bir tebessüm eşliğinde keşfediyoruz. Rouault’un ve
Picasso’nun yalın ama bir o kadar da çarpıcı ve gerçekçi renklerine ve El
Greco’nun hipnotize edici figürlerine benzetilen resimlerin ay ışığında hayat bulmasıyla
hikâye anlatıcısının gözlerinden geleceği seyre dalıyoruz. Çocuklarına her
şeyin en iyisini vermek isterken onları insan doğasının önemli parçalarından
biri olan aile kavramından yoksun bırakan ebeveynlerin öyküsünü, arka odalardan
gelen çığlıklar ve kükremeler eşliğinde izliyoruz. Kitabin içindeki hikâyeler,
uzak ama yakin dünyalara taşıyor okuyucuyu. Yeni neslin değişen dünyayı
sembolize ettiği Başlama Saati’nde, yeninin eskiyi katledişine; Dünyanın Son
Gecesi‘nde insan eliyle gelen ölüm ve yıkımın, sonrasında korkuyu ve endişeyi
nasıl da toplumsal birer deneyime dönüştürdüğüne tanıklık ediyoruz. Bizleri
Shakespear’in, Poe’nun, Lovecraft’in, Stoker’in ve daha nicelerinin selamladığı
Sürgünler’de geçmişten geleceğe karanlık ama sarkastik bir yolculuğa çıkıyoruz.
Kendi geleceğinden ya da tabir-i caiz ise kaderinden kaçan hikâye anlatıcısının
öyküsü ve akıllarımızda usul usul gezinen pek çok soru eşliğinde kapanıyor
perdeler.
İkarus’un düşüşünden,
kolonicinin korkularına, geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp kalan benliklerden,
teknolojinin yok ettiği hayal gücüne kadar neredeyse her detayın bir göndermeye
ve sembole dönüştüğü hikâyelerde, değişen dünya ile başkalaşan varoluşsal
sorular yer yer nostaljik, yer yer hüzün ile yazılmış birer resme dönüşüyor. Sayfalar
arasında gezinirken dünyanın bir kavram olarak dün ve bugün neyi temsil
ettiğini; insanlığın ve teknolojinin evrimlerini bir arada sürdürüp sürdüremeyeceklerini
sorgulamaktan ise alamıyor insan kendisini.
Bradbury’nin bilimkurguyu böylesine insancıl ve gerçekçi kılabilmesinin nedenlerinden biri olan distopik anlatımı umut ile harmanlayabilme becerisi, kitabin sayfalarında içten bir inatla tekrar tekrar çıkıyor karşımıza. Belki de bu sebeple, zaman zaman çevirinin kitabin orijinal diline ayak uyduramadığını hissettiğimde kırılıyor kalbim. Hikâyeleri okurken Resimli Adamın, insanoğlunun kendisinden uzaklaşma tarihini sembolize ediyor olabileceğini düşünmeden edemiyorum öte yandan. Biçim değiştiren bu yeni dünyaya, yeni gözlerle bakabilmenin önemini, bu yeniliğin içinde iyi ve kötü, doğru ve yanlış tanımlarının da gözden geçirilmesi gerektiğini sosyokritiği hikâyeleştiren üslubu ile gözler önüne seren Bradbury’nin, bilimkurgunun ciddiye alınır bir türe dönüşmesindeki rolünün neden bu denli büyük olduğunu anlamak da kolaylaşıyor.
Bradbury’nin bilimkurguyu böylesine insancıl ve gerçekçi kılabilmesinin nedenlerinden biri olan distopik anlatımı umut ile harmanlayabilme becerisi, kitabin sayfalarında içten bir inatla tekrar tekrar çıkıyor karşımıza. Belki de bu sebeple, zaman zaman çevirinin kitabin orijinal diline ayak uyduramadığını hissettiğimde kırılıyor kalbim. Hikâyeleri okurken Resimli Adamın, insanoğlunun kendisinden uzaklaşma tarihini sembolize ediyor olabileceğini düşünmeden edemiyorum öte yandan. Biçim değiştiren bu yeni dünyaya, yeni gözlerle bakabilmenin önemini, bu yeniliğin içinde iyi ve kötü, doğru ve yanlış tanımlarının da gözden geçirilmesi gerektiğini sosyokritiği hikâyeleştiren üslubu ile gözler önüne seren Bradbury’nin, bilimkurgunun ciddiye alınır bir türe dönüşmesindeki rolünün neden bu denli büyük olduğunu anlamak da kolaylaşıyor.
XOXO The Mag
Ekim 2012
*Fotoğraf: Alan Light
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder