Hayır. Ayın aydınlattığı bir gecede, bir uçurumun kenarında değilim ve saçlarım rüzgarda savrulmuyor. Bir deniz kenarında da değilim ve ayaklarımı dalgalar okşamıyor. Nerede olduğumu tam olarak kestiremiyorum. Olmayanı ve olmadığın şeyi tarif etmek daha kolay demek ki. Belki? O kıvrımları net, kendinden emin resimlerine dâhil olamıyorum bir türlü.
Böylesi
bir ışığı tarif ettiklerini duymadım hiç. Buğulu bir renk aydınlatıyor
fısıltılar eşliğinde etrafımı. Dans mı ediyorlar? Ellerime takılıyor gözlerim.
Neden ellerim diye düşünüyorum. Ve neden hep takılıyor gözlerim? Bütünü bilmek
istemezmiş gibi her çeyrekte takılıyorlar.
Eskidiler.
Tarlada, atölyede çalışmamış eller nasıl eskir ki?
Aynaları
örten danteller çiziyor hızla gözlerim. Gömdükleri danteller dökülüyor ayak
izlerimden. Zift gibi siyah danteller fışkırıyor dudaklarımın arasından. Ve
sesleri yankılanıyor koridorlarda.
Bir
koridordayım şimdi. Yürüyorum, açık kapılardan bakıyorum içeri. Bir türlü
tesadüfen karşılaşamadığım bütün kadınlar... Gülümsüyorlar. Tarihi didik didik
edip de anca kavuştuğum bütün kadınlar.
Ayak
bastığım ama unuttuğum bir yerdeymişim gibi önce: Duymadığım ama bildiğim
sözcükler. Bir odadan içeriye giriyorum, balkona doğru ilerliyorum. Tesadüf mü
seçimim? Sağ elim cebimde duran sigara paketine çarpıyor. Başımı biraz eğip paketi
çıkarıyorum cebimden. Bir heyecan dalgası sarsıyor ansızın bedenimi: Sırtıma
dokunan bir ses
"Medusa!
Medusa!
Medusa!"
Benim
olmayan ayinler ve dualar doluşuyor zihnime. Yok olup giden parçalarım düşüyor
aklıma. Geç kalmışlığıma üzülmeye yeltenmeyeceğim. Her birini göğsüme
bastırıyorum: Medusa bir, Medusa iki, Medusa üç.
Gözlerim
değil ruhumun aynası. Belki de ondandır havada asılı duruşları. Sesim, sesim ve
de ellerim. Gözler donuk bakmayı öğreniyorlar zamanla. Ait olmadığı her şey ile
arasına mesafe koyan gözler değil ruhun aynası... Ve bir ırmakmışsın gibi
duyuyorum seni. Ve göğü delen bir şimşekmişsin gibi içime işliyor sözlerin.
Unutmayacağım.
Hayır.
Dört nala koşan bir atın üstünde değilim. Beyaz bir elbise de yok üzerimde.
Kırgın ve siyah-beyaz bir odadayım şimdi. Huzurumun çalınacağı anı seyrediyorum
camdan. Nemli bir sıcak yükseliyor dirseklerimi dayadığım kalorifer
peteklerinden. Basamak basamak yaklaşıyor hayaletin; zaman, geç artık!
Beklemeyi bir daha asla sevemedim.
Ellerimden
tutuyor bir kadın ve gözlerimi kapatıyorum bunca yıldan sonra ilk kez. Bunca
yıldır ilk kez... Koridora dönüyoruz ve onlar nasıl sessiz adımlar öyle. Büyük
bir masaya oturtuyor kadın beni. Sırayla oturanlara bakıyorum. Kiminin
boynuna sözcükler dizilmiş, bileklerine. Kiminin bedenlerini resimler
süslüyor. Konuşuyoruz, konuşuyoruz. Zaman, bekle!
Anahtarın
sesi geliyor kapıdan. Cama sırtımı dönüyorum. Koca bir sessizlik çöküyor evin
her köşesine. Birkaç tane kitap alıyorum elime. İlk sayfayı açıyorum. Bardak
kırılıyor. Beşinci sayfadayım, sesini duyuyorum. Yedinci sayfa, yerden
topladıkların ne? Işığı söndürüyorum, yorganın altına giriyorum, gözlerim açık.
İçimde bir deprem ve bir türlü dinmiyor.
Ayağa
kalkarken masaya tutunuyorum, sandalye yavaşça geriye kayıyor. Deniz fenerinin
ışığı yanıyor artık, akşam olmak üzere. Bir bavul tutuşturuyorlar elime,
yaprakları yere değen ağaçların arasından geçiyoruz. Ne zaman yalnız yürümeye
başladım emin değilim... Dönüp arkama bakıyorum bir kez daha, renk renk
duruyorlar geride ve elleri havada, yüzlerinde tebessüm. Buraya aidim; burada
doğdum ve buraya döneceğim. Ve ne çok severim sonu üç noktayla biten,
hediyeymişçesine natamam bırakılan, sonu artık kimseye ait olmayan ve herkese
ait olan, davetkâr, mütevazı ve cesur cümleleri.
Gözlerim
değil beni anlatan. Baktıklarında ceset gördükleri, üzerlerine mezarlar
çizdikleri her yer yeşeriyor. Çocuklar büyüyor üzerlerinde ve gün yeni-den
doğuyor, ışık bir başka aydınlatıyor yüzümü. Ellerim bir başka dokunuyor
yüzüme. Ve susamıyorum artık: Medusa 3, Medusa 2, Medusa ben. Bir.